Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

23 Nisan 2012 Pazartesi

BİR ALLAH(C.C) DOSTU DER Kİ...
“Gözlerin tahammül hududunun kamaştığı, kamerin tutukluğu,
güneşin kamere girdiği zaman bunlar diyecekler: Nereye kaçacağım?”
Güneşin gittikçe parlaklığı fazlalaşmaktadır.
Ömrünün sonuna doğru parlaklığı 100 misli artacaktır.
Ondan sonra buharlaşıp patlayacaktır.
Bu hâl her zaman gezegenlerde olan bir olaydır.
Bu işaretle evrende her şey güneş tarafından alt üst edilecektir. (Dünya nın biyografisi) Geoide Guimov. Fizik âlimi 1968
“Kıyamet”
“Her an var, her an yok ve tekrar var oluş vardır.” (âyet)
İşte Kur’ân'ın bildirdiği kâinatın sonu...
İşte fennin bildirdiği kâinatın sonu....
Biri ruha hitap...
Diğeri maddeye saplanan akla hitap...
Her ikisi de aynı...
Özet:
“İlimsiz inanç kör, inançsız İlim topaldır!”
Einstein
“Ben filozofların düşünürlerin, matematik ve fizikçilerin akıl buldukları ALLAH'a değil, mukaddes kitapların, Peygamberlerin haber verdiği ALLAH'a ve vahye inamyorum.” (Paskal).
“Kâinat bir düştür!” diye haykıranlar vardır.
Bu şarkı korosuna iştirak ederseniz:
“Atomlardan galaksilere kadar milyonlarca yıldızların uzayın düzen ve varlığı bir çok tesadüflerin, bir araya gelmesi ile olmuştur!” şarkısını söylemiş olursunuz,
Bu düşünüş protoplazmadan başlayıp aya ve diğer gezegenlere gidecek kadar insan, zekasının tekevvününü milyonlarca tesadüfü bir araya gelme zinciri olarak düşünmek ve kabul etmek olacaktır bu insanı maskara hâle getirir.
Fikirler, düşünceler ilim çemberi içinde kaldığı müddetçe dünya ve kâinat, bize düzgün bir nizam ve kanunlara tabi’ bir mekan ma gibi görünür.
Fakat bu nizamın oluşu mes’elesinde düşüncenin artık değeri kalmaz.
Bu hususta söz söylemek için, bu noktada katılaşmamak gerekir, ilmin bilmediği,
inancın tefsir ettiği şeyleri bilmek ve onlara edeble kulak vermek icab eder.
Bu yönü düşünmek, ne gerilik, ne taassub ne de aptallıktır.
Fisagor, Delfes Ma’bedi’nin kapısına altın kakma ile şu yazıları yazdırmıştır:
“Adet kâinatın,
Tekâmül hayatın,
Birlik ALLAH'ın Kanunudur....”
İhsan idrak ve zihninin kolaylıkla kavrayıp içine biraz olsun nüfuz edemiyeceği ucu bucağı bilinmez bir uzayda milyonlarca yıldızlarla birlikte dönüp duruyoruz.
Duygu organlarımızın kuvvetini artırmaktan başka bir şeye yaramayan bir takım âletler, teleskoplar ve analoji, matematik yardımı ile bir çok şeyler biliyoruz. Bunlar, hareket, zaman, mekân, sayı gibi yer yüzü mukayese Ölçülerimize esas olan her türlü kavramın özünü kaybettiği uçsuz bucaksız, bir vasat içinde idrakimizin muktedir olamadığı ilâhi bir kanuna taht olarak cereyan eder.
İki yıldız arasındaki mesafeyi, saat, gün, sene, asırlarla ifâde etmekten aciz bir hâldeyiz...
Ancak ışık seneleri kullanmak mecburiyetindeyiz.
Bunlar sonsuzluğa doğru kayan kâinatın teleskoplarımıza çarpan ve astronomların müşahede ve şahsi takdir ve tahminlerine dayanan bir kâinat modelidir, kaba duygularımıza ulaşan bilgiler toplumudur.
Kâinatın diğer yönleri ise bizler için tamamen meçhul, enginlik ve belirsizliktir.
Bilgisizliğimizin ve aklın inanç ile tamamlanması lâzımdır.
Aklın durduğu yerde, aklın ötesine hürmet, edip, boyun eğmek, aczini anlamak ALLAH'a inanmak demektir.
Akıl, ta’zim, hürmet ve edeb içinde söylersek, Tanrı'nın üç büyük vasfı vardır; akıl ve idrâk ölçümüzde:
“Halkeder, idame ettirir, yok eder.”
Onun mahiyetini tâyin ve teşhis edecek hücre insan dimağında yoktur...
Bugünkü matematik, fizik, uzay ilmi karşısında bunu inkâr değil şüphe kapıları tamamen kapanmıştır.
Halk eder yani başlangıcı yoktur, idame ettirir.
Bütün kâinat kanunlarının değişmiyen icabları cereyan eder.
Yok eder, her maddî cismin sonu gelir demektir.
İlim malzemesi ile konuşursak:
Başlangıcı olmayan, sadece yaratılmamış olandır.
Başlangıcı olmayan hiç olandır.
Her şey hiçlik içindedir.
Dünyanın dışında hiçlik vardır.
Hiçlik her yerde hazır ve nazırdır.
Gerçekler vardır.
İmkânlar vardır.
Kavramlar vardır.
Şekiller vardır.
Gerçek maddedir.
Şekil de maddenin tanrılaşmasıdır.
Şekil veren prensip Tanrı'dır.
Tanrı herşeyden ayrı ve “Tek”'dir.
Çok görünüşlüdür. Bir gülün iki ayna arasında göründügü gibi.....
Taş maddedir.
Balık maddedir.
İnsanlar da maddedir.
Tanrı'dan başka herşey maddedir.
Tanrı önsüz, sonsuzdur.
Uzay sınırlıdır.
Çünkü belli bir cismin sınırıdır.
Cisimsiz uzay yoktur.
Boş uzay da olamaz.
Cisim olmadan da uzay olamaz.
Memleketsiz sınır yok olduğu gibi...
Oluş ve yok oluş yalnız yer yüzündedir.
Gezegenler yokluk içinde dönerler.
Var olan herşey hiçlik içindedir.
Tanrı yaratmış olduğu evren sistemini yeniden hiçliğe çevirdiği zaman, onun yerinde hiçlikten, dünyanın başlangıcından önce olduğu gibi yaratılmamış olandan başka bir şey kalmayacaktır.
Bu cümleler olgun olmayan dimağlar için bir ihtilâldir…
Izdırab insanlığın hem mutluluğu, hem de derdidir.
Hem kaderi hem de büyüklüğüdür.
Bu, maddeye bakan insan gözünün, kulağının, düşüncesinin, mantık ve idrakinin, ilmi görüşünün son hudududur.
Bunun manevî ifâdesi şudur:
Ne bir ses ne bir nefes,
Duyulan sadece uçsuz bucaksız yalnızlık…
Bomboşluk vardı veya yoktu.
Toprak yoktu.
Güneş yoktu.
Gün yoktu.
Ay yoktu.
Daha yıldızlar da yoktu…
Saman yolu yoktu.
Aydınlık yoktu.
Galaksiler de yoktu…
Yalnız bir “SU” vardı, altta üstte.
“Var” bile yoktu.
Bu yokların sonsuzluğunu kavrayan yalnız tek “O” vardı.
“O”nun mahiyetini tâyin ve teşhis edecek ve kavram hududuna sokacak hücre insan dimağında yoktur.
Ondan sonra Tanrı bir gülün iki ayna arasında görüldüğü gibi göründü. Yoklar var oldu.
Ve ondan sonra Tanrı, Âdemi gömlek etti.
Ve üstüne giydi.
Dünyayı insan şeklinde kendi süsleri ile süsledi.
İnsan, nereden geldiği bilinmez.
Ana ve baba perdesi altına gizlenerek doğar, büyür, yaşar, ihtiyarlar. Tekrar ölüm denilen sonsuz diyara kayar gider.
Bir yıldız gibi....
Bu ne hâldir anlaşılmaz.
Bilinmez.
Fakat devran böyle kurulmuş döner.
Varlıktan yokluk, yokluktan varlık oluyor sanır insan.
Hâlbuki her an var oluyor her an yok oluyor!
Buyurmuş “Resûl”:
“Dünya bir andan ibarettir.”
Tanrı bildirir kelâmında:
“Her an her şey yok olur, yeniden tekrar yaratılır.”
Böyle kurulmuştur bu evren....
Tanrı iki haslet vermiştir insana:
Utanma ve unutkanlık.
Biri edebin hududu, diğeri yeniden kuvvet bulma kaynağı.
Edeb, herşeyin insan için sınırıdır.
Aklın durduğu, kavramın takati kesildiği, başın secdeye geldiği, insanın kendine kendinden yakın olanla burun buruna geldiği hudud...
“Bir yay arası kadar”....
Aradaki perde utanma perdesidir.
Tahammül hududunu haber veren haslet....
İnsanda irade, ihtiyar vardır.
Her şeyi yapmak veya yapmamak kuvveti...
Utanma bu hududun dışındadır.
Utanma bakalım!..
Bu hududda irade yoktur.
“Sıfır” bile değildir insan iradesi...
Yaptığı işten içi burkulan günâh işlemiştir.
Edeb hududunu rencide etmiştir.
Yaptığı işten haz duymuştur.
Ferahlamıştır.
Sevap işlemiştir.
Edeb içindedir, demektir.
İnsan kendi kıymetine ulaşabilmesi için Tanrı “Alın terini” zahmeti şart koşmuştur....
Çünkü, Tanrılık taslayıp şirke girmesin diye...
Tanrı şirki istemez.
Şirk sana senden yakın, “seni gömlek diye giyenin” kendi kendisinin inkârı oluyor.
Aklın, kuvvetin, düşüncenin hududuna hayâ duygusu ile varılır.
Hayâ duygusunun korunması, vücud, ruh ve his çıplaklığından kurtulmakla olur.
Bunların yardımı ile:
Birlikte sevin!
Birlikte üzülün!
Birlikte yoksulluk çekin!
Birlikte sıkıntılı yıllar yaşayın!
Ve birbirinizden hiç bıkmayın!
Birbirinizi teselli edin!
Fakat tek olduğunuzu unutmayın!..
“ALLAH tektir!..”
فَإِذَا بَرِقَ الْبَصَرُوَخَسَفَ الْقَمَرُوَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُيَقُولُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ الْمَفَرُّ
“Feiza berikalbesaru. Ve hasefelkameru. Ve cumi'aşşemsu velkameru. Yekulul'insanu yevmeizin eynelmeferru. : İşte, göz kamaştığı, ay tutulduğu, güneşle ay biraraya getirildiği zaman! O gün insan, «Kaçacak yer neresi!» diyecektir.” (Kıyâmet 75/7-10)
 Muhyiddini Arabiden ilginç benzetmeler..Buyrun ne anımsatıyor..
* Bir şehir vardır ki, ona Rumiyye denir. ahir zamanda inananlar her yeri alacak ama orayı alamayacaklar. Orası çok büyük bir şehirdir. Orada parmağı kulağında bir heykel vardır, yüzü Bilal´e benzer. Bir diğer heykelde at üzerinde duran biri vardır, yüzü Ali´ye benzer. Bir başka heykel vardır, yüzü Peygamber´imizin kızı gibidir. Hz İsa; "Benden sonra bunlar gelecekler.." demiştir. Bu heykellerin hangi yönü harab olursa o yöndeki ülkeler ve şehirler harab olacaktır.

Yorum: Burası hangi kentti acaba? Herhalde heykellerin yüz güzellikleri onların kutsal kişilere benzetilmesine neden oldu. Rumiyye, büyük olasılıkla Araplar için Anadolu´ydu. O zaman bu kent, antik Efes, Milet veya Afrodisyas olabilir.

* Yine Hint´te bir heykel vardır. Ucuzluk olduğu zaman ağzından güzel sesler, hasta olduğunda kötü sesler çıkar. Üzerinde iki yüz vardır; boyu 250 arşındır (17 m.). Ağız, budun ve kulaklarında kuşlar yuva yapmıştır. Bir başka heykel vardır, iki eli havadadır, ağzından on değirmeni döndürecek su çıkar. Önünde bir göl vardır.

Yorum: Yer belli Hindistan ve ağzından akan suların bir havuza dolduğu dev bir Hindu tanrı heykelinden söz ediliyor.

* Yine oralarda bir başka heykel vardır, dört eli vardır. Bir ile dua eder gibi, öteki eli şikayet eder gibidir, üçüncü elini böğrüne koymuş, dördüncüsüyle birşey tutmaktadır. Kimse bilmez ne şeydir.

Yorum: Yine Hindistan ve bu heykeli tanıyoruz; kan, ölüm ve kötülük tanrıçası Kali.

* Firengistan´da bir yer vardır. Orada da bir resim. O şehre fakir biri gelse, keşişler fakiri resmin önüne götürürler. Resim fakiri görünce ağlar. O zaman keşişler, fakire güzel bir verirler ve Hıristiyan yaparlar. Ama ondan sonra resim bir daha ağlamaz.

Yorum:

Avrupa tabii ki Frengistan. Demek eski çağlarda da stigmatik Meryem veya İsa resimleri veya ikonaları vardı. (Stigma, bazı pşisik etkiler sonucunda dinsel objelerde veya kişilerde görülün gözyaşı ve kan damlaları)

* Yine uzunluğu 1000 arşın (68 m.) olan bir alet vardır. Üzerinde filden büyük bir kuş vardır, öteki kuşlar gelip üzerine konunca kanatları yanar ve düşerler.

Yorum:

Bunu bilemiyoruz. Herhalde dünyadışı birşey olsa gerek.

* Mağrip´te bir şehir vardır, adına Kurvat denir, şimdi yıkıktır. Oradaki sarayda altın bir taht vardır ve de üzerinde bir resim. Resim garip bir dille konuşur ama kimse anlamaz.

Yorum: Burası bal gibi Atlantis´ten kalmış bir üs olabilir.

* Acaip yerlerden birisi de Adem Peygamber´in mezarıdır. Mezar Serendip Dağı´ndadır, uzunluğu 60 arşın (4 m.), çapı 40 arşın (2.7 m.), 20 arşını (1.3 m.) denizin içindedir. Deniz canavarları üzerinde yüzerler.

Yorum: Böyle bir yer var. Sri Lanka´da. Adem´in ayak izi burada deniyor ama mezarı diyenler de var. Kim kazı yaptı ki, bilelim?

* Horasan´da demirden yapılmış bir aslan vardır. Ağzından ateşler çıkar. kim yaklaşsa yanar. Bir gün oraya gelen birisi ateşten kurtularak yanındaki mağaraya girdi. Orada içinde ipekler giymiş bir ölünün yattığı bir tabut gördü.

Yorum: Bu da eski uygarlıklardan kalmış olsa gerek ya da uzaylılar birşeyi koruyorlar. Dev ölüler ise eski metinlerde ve Tevrat´ta adları geçen "Nefilimler" olabilirler.

* İskenderi Zülkarneyn, yine bir mağarada bir kolu minare uzunluğunda, bir dişini bir devenin kaldıramayacağı bir ölü gördü. Başka bir mezarda ise, gözünün içine bir adamın girebileceği bir ölü vardı.

Yorum: Yine aynı devler...

* Yine İskender, bir gece deniz kenarında giderken, denizden bir canavarın çıktığını gördü. Ağzında dev gibi bir inci vardı, inci ışık verirdi. Canavar inciyi yere koydu ve karaya çıktı. Balıkçılar bağırınca, canavar inciyi bırakıp suya girdi. Balıkçılar inciyi aldılar Şah´a götürdüler. Şah inciye baktı ve içinde yedi iklimi gördü. Dağlar, denizler, şehirler, adalar görünüyordu. Hepsini incinin içinde gördü.

Yorum: Bir uzay aracı var gibi... Işık veren inciyi bir tür monitör olarak düşünebiliriz. Bir lap-top monitör olabilir. İyi de acaba Şah monitörü ne yaptı?

* Halife Muktedir zamanında iki insan vardı. İkisi de kadındı ve boyları yüzer arşındı (6.8 m.), dağda yaşarlardı. Askerler onlara yaklaşmazdılar ama birgün ikisini uyur buldular, ok attılar, ikisini de öldürdüler.

Yorum: İnsanların ettiği nankörlüğe bakar mısınız? Ya devleri ya da dev uzaylıları uyurken öldürmüşler.

* Türkistan ulu bir yerdir. Halkının ömrü uzundur, şifalı otlar yetişir, gergedan eti yerler, sultanları file biner.

Yorum: Türkistan nasıl bir yermiş böyle? Fakat Türkistan´da gergedanlar ne arıyorlar? Ya filler? Türkistan´la Hindistan karışmış olabilir mi?

* Türk diyarlarından Merd şehrinde yaşayan bir uluya oradaki acayiplikleri sordular. O da; "Evvelce burada taştan bir put vardı. Boyu yüz arşından (6.8 m.) fazlaydı. Gökten indi diye taparlardı."

Yorum: Bu bir roket olabilir mi?

* İskender, hortlağı, perisi çok olan biryer gördü. Periler bir saat insan, bir saat korkunç oluyorlardı. Bazılarına göre bunlar insan, bazılarına göre cindir. Cin tayfası göğe çıkmak istediğinde, yer ve gök arasında duran melekler onlara mani olurlar, ellerinde kıvılcımlar vardır, cinleri kıvılcımlarla düşürür, öldürürler.

Yorum: Uzeyda birşeyler oluyor.

* Onlar geceleri dağlarda insan şeklinde yolcuların önüne çıkarlar. Kah uçar, kah dururlar. Yolculara sıkıntı çektirirler. Çok kimse bu devleri görür, saçlı sakallı dervişe benzer yüzleri olan geyiklere binerler... Bu dağlarda geyiğe binmiş evliyalar dolaşır.

Yorum: İnanılmaz ama bunları yazanlar "StarWars II"yi izlemişler. Filmdeki saçlı sakallı insanımsı suratlı geyiğe benzer yaratıkları anımsadınız mı?

* Ulu Tanrı 18.000 alem yarattı. Birçok mahluk ile doldurdu. Kiminde melekler, kiminde türlü türlü mahluk vardır. O alemlerin birisi Zümrüd alemiydi. Onlar uça uça kendi alemlerinin hududuna geldiler ve başka bir aleme geçmeye karar verdiler. Havaya aktılar, süzüldüler, küreleri geçtiler ve geri dönmediler.

Yorum: Galaktik yolculuk daha iyi anlatılabilir mi? Kimbilir ne zaman geri dönecekler. Kimler mi? Bilmiyoruz ama belki de geldiler..

* Süleyman´ın zamanında onu ziyarete gelen Belkıs yoldayken Süleyman´ın cinlerinden birisi Belkıs´ın sarayını ondan evvel getirmeyi teklif etti. Ama veziri aynı işi daha çabuk yapacağını söyledi. Süleyman vezirine izin verdi. Bir gürültü koptu ve aniden çölün üstünde bir saray belirdi. Sonra Belkıs geldi, sarayın içindeki gölü su sanarak geçmek için eteklerini kaldırdı, bir de baktı ki su değilmiş. Utanarak Süleyman´a geldi, elini öptü. Süleyman, Belkıs´a sarayın kendi sarayına benzeyip benzemediğini sordu. Belkıs, çok benzediğini söyleyince Sülayman şükür etti.

Yorum: Ya ışınlanan bir yer ya da görünmezlikten görünürlüğe geçen bir uzay aracı. Belkis, bastığı yerin su olduğun sanmıştı ama herhalde cam veya kristalize bir zemindi.

* Süleyman´ın tahtı bir acayipti. Uzunluğu üç mildi. Sağ ve sol yanlarında 12.000´er kürsü vardı, buralardaki kızıl altın ve gümüş sandalyelere bilginler otururdu. Süleyman´ın bulunduğu kürsü, dört arşın (2.72 m.) büyüklüğündeydi. Kürsüde altından ve gümüşten yapılmış kutsal kitaplardan dersler veren oniki hoca vardı. Seslerini Süleyman´ın kulağına rüzgar götürürdü. Tahtı da rüzgar götürürdü. Rüzgar dört tarafından eser, tahtı ağır ağır kaldırırdı. Tahtın üzerinde sırçadan bir ev vardı ve daha onun üzerinde iki altın aslan duruyordu. Süleyman ne zaman ayağını tahta bassa, taht çevrilirdi. Aslanlar ayağa kalkar, pençelerini açarlar, kuyruklarını yere vururlardı. Süleyman ne zaman kürsüye binse, güneş yüzlüler inciler ve ateşler saçarlardı.

Yorum: Hezekiel´in gördüğü gökten gelen cismi anımsatıyor. Tüm anlatılanları elektromanyetik aygıtlara dönüştürün. Altın ve gümüşleri de titanyum veya diğer elementler olarak kabul edin. Ne görüyorsunuz?

* Süleyman´ın devlerinin kimisi İnsan yüzlü, ötekileri kaplan suratlı veya gövdeli, kimi öküz başlı, kimi yılan şekilli, kimi ejderha başlı, kimi maymun yüzlü, kimi eşek ayaklı, kimi aslan yüzlü, kimi fil gövdeliydi. Ağızlarından ateşler saçılır, yüzlerine bakanın ödü kopardı. Hepsi Süleyman´ın emrindeydiler... Bunların gıdaları sıcak rüzgar ve kaynar suydu..

Yorum: Yine "Star Wars" ama bu kez birinci bölümdeki bar sahnesine benziyor. Ne kadar garip uzaylı yaratık varsa orada. Süleyman´ın uzaylı bir lider olduğunu düşünmemek elde değil.

* Itlak diye bir şehir vardır. İskender oraya gitti. Halkına görünmedi.. Üç gün burada kaldı, hayran hayran seyretti... Oradan başka bir şehire gitti, içinde 200 dağ, 200 kale vardı. İçinde hergün savaşan periler yaşardı.. İskender görünmedi şehirden çıktı gitti.. sonra geri döndü geldi, bu kez onu gördüler. O anda değirmen taşı gibi bir fırıldak koptu geldi, her kime dokunsa yok ederdi..

Yorum: İskender´in görünmezlik sağlayan bir aracı var. Dönüp gelen fırıldak elbette ki bir uçan daire olsa gerek.

* Allah´ın yeryüzünü 70.000 yıl evvel yarattığı söylenir. O vakitten Adem´e kadar elbet dünya sessiz kalmadı... Fakat bazı rivayetlerde haber verildiğine göre, her devir 7.000 yıl olmuştur. Bu zamanda bir mahluk geldi ki, Allah emir ve yasaklarını onlara bildirdi. Sonra isyan ettiler ve Allah onları değiştirip başka mahluk haline getirdi. Dünyanın sonuna 7.000 yıl kala insanın yarıtıldığı rivayet olunur. Onun için Adem´e son mahluk denir. Zaman geldi, yeryüzü hayvanat oldu, Allah onlara da peygamber yolladı.. Emre uydular sonra içlerinde azgınlık başladı ve Allah onları yok etti... Sonra başka kavimler yarattı.. Bunların bazısı rüzgardan yaratıldı. Böylece her mahluk devrini tamamladı ve sonra Allah cinleri yarattı. Ev yapmasını bilmeyen, mağaralarda yaşayan bir mahluk daha vardı..

Yorum: Sanki Madam Blavatsky´nin "Gizli Doktrin"inin ilk bölümünü okuyoruz. Yaradılış öyküsü tamamen bu okült kaynağın aynısı. Bu gezegenden kimler geldi, kimler geçti...

* Derler ki Kaf Dağı´nı görenlerin sayısı dörttür. Adem´den sonra ikincisi Süleyman´dır. Tahtını yel götürür, bir günde bir aylık yol giderdi... Üçüncüsü Sülayman´dan üçyüz sonra yaşayan İskenderi Zülkarneyn´dir, rivayete göre onun tahtını bulut götürdü..

Yorum: Süleyman gibi efsanevi bir kişilik olan İskenderi Zülkarneyn´de (Dikkat edin bu ismin Makedonyalı Büyük İskender´le ilgisi yoktur) büyük olasılıkla dünyadışı bir canlı olsa gerek. İkisi de özel araçlarla uçabiliyorlar.

Başka söze gerek yok. Bunlar Daniken´ın ve ötekilerinin verdikleri örneklerin çok daha ötesinde ve etkili örnekler. Yine de yoruma açıklar. Ama emin olduğumuz birşey var; kutsal metinlerin ardında farklı bir gizem yatıyor.

22 Nisan 2012 Pazar


“Ebu Hureyre(r.a)
HIR=Kedi
HIRE=Dişi kedi
HÜREYRE = Küçük kedi
Kur’ânı Kerim’de:
At. Aslan. Deve. Karga. Kırlangıç. Yılan. Karınca. Yunus balığı. Köpek. Fil gibi bir çok hayvanların isimleri geçmektedir.
Bazıları methedilir.
Bazıları misal olarak gösterilir.
Bazıları da vakıa icabı isim hâlinde geçer.
“Kedi” Kur’ânı Kerim’de geçmez.
Fakat Kur’ân’da geçenler hakkında bazı hadisler söylenmiş, fakat bunlar misal ve târif olarak...
“Kedi” hakkında hadis meşhurdur.
Bir vakıa üzerine bu hadîs söylenmiştir.
Sahabe’den bir zât daima Resûl-ü Ekrem’in yanında bulunur, söze karışmaz daima dinlermiş, munis, orta boylu, siyah saçlı, siyah gözlü, zayıf bünyeli fakir bir zâttı.
Eshab-ı sofa ile yemek yer çok konuşmaz.
Gözleri yaşlıdır.
İyiliği sever.
Resûl-ü Ekrem de kendisine hoş nazarla bakar, kendisini severmiş. Ara sıra kendisi ile görüşürmüş ve bazı görüşmelerde tebessüm ederlermiş...
Küçük bir kulübe gibi evde otururmuş.
Sokakta kalmış kedileri götürür onları yedirir severmiş.
Resûl-ü Ekrem’in bundan haberi yokmuş.
Sahabeler birgün Resûl-ü Ekrem’e söylemişler.
“Pis kedileri toplayıp kulübesinde bakıyor!” demişler.
Resûl-ü Ekrem birşey söylememiş..
Bir gün sokakta görmüş, bu zât bir kedi yavrusu bulmuş.
Resûl-ü Ekrem’e sahabelerin söylediğini, kendisi de bildiği için Resûl-ü Ekrem birşey söyler diye, kediyi hemen hırkasının içine saklamış.
Resûl-ü Ekrem kendisine, hırkanın altında ne sakladın demiş. Hırkayı açmış küçük bir kedi yavrusu.
Resûl-ü Ekrem yavruyu sevmiş, okşamış, ve o zâta:
“Ebu Hureyre: Sen kedi babasısın” demiş.
İsmi artık böyle kalmış.
Biz de Resûl-ü Ekrem’in koyduğu isme hürmet için o zâtın ismini söylemiyoruz..
Bir gün bir sohbetde Resûlullah efendimiz:
“Hubbül hırratı minel iman” Buyurmuş.
“Kediyi sevmek imandandır.”
“Niçin?” diye sormuşlar.
“Ebu Hureyre bilir” demiş başka bir şey söylememişlerdir.
Ve Eba Hureyre’ye bir çok daha ledunni sırlar söylemiş.
Ona söylediği sırları Eba Bekir, Ömer, Osman, Ali bile bilmezdi.
Eba Hureyre’den beş hadis rivâyet edilmiştir.
Fazla değil.
Kendisine:
“Bize de söyle Resûl’un sana söylediklerini”
“Söylersem kâfir oldu dîye başımı vurursunuz!” demişlerdir.
Eba Hureyre’nin bildiğini hiç kimse bilmez.
Resûlü Ekrem’in Eba Hureyre’ye ledunni sırlardan söylemesi ne sebeptendir? Ve niçin Eba Hureyre’yi seçmiştir?
Bu da sır değildir amma ne faydası var, onun gibi olamadıktan sonra.
Merak etmek, birşeyi öğrenmek bazen insanı küfre götürür.
Tehlike ile karşılaşmamış olan insan, cesaret hakkındaki sorulara cevap veremez.
Meçhul, Sır kelimeleri insanın akıl hududunun ötesine habersiz hürmetin gizlendiği kelimelerdir.
Kedi’de büyük bir sır vardır.
Kedi: Nankör değildir.
Kedi: Hürriyetine çok düşkündür.
Kedi: Kulaklarıyla de görür. Radarı vardır.
Kedi: Çok sabırlıdır.
Kedi: Abdest edeceği zaman yeri kazar, yapar ve örter.
Niçin. Sebep...
İnsan da dahil hiç bir hayvan y oktur.
Böyle hareket eden.
Kediye sordum:
“Sana insanlar nankör diyorlar, ne dersin?”
Kedi geldi ayaklarıma başını sürdü :
“Nankör olmadığımı bilirsin...” dedi.
“Öyle bilsinler. Daha iyidir. Ne olur Sırrımı kimseye söyleme!”
Peki dedim sana bir sual daha soracağım. “Buyur” dedi.
“Sen bazen sahibinin elinin parmağına tırnağını batırırsın” dedim.
“Bende kabahat yok. Bunu bir bilseler. Tırnağımı eline batırdığım adam bile tövbe ederdi.”
Sordum :
“Benim bir siyah kedim vardı. Böyle yaptığını hiç görmedin.”
“O adamını biliyordu efendim.”
“Peki! Bir sual daha” dedim.
“Siz nereden düşerseniz hep ayaklarınızın üzerine düşersiniz. Bu nedir?” dedim.
“Efendim o da bizim yaratılış sırrımız, ama ben de bilmiyorum” dedi.
“Siz sebebini bilirsiniz. Bunda büyük bir sır gizlidir diye dedelerimizden kalma bir sözdür bu” dedi
Tekrar elimi yaladı:
“Aman efendim sırrımı kimseye söyleme” dedi çekildi, sıçrayarak dama çıktı. Güneş var. Damda uyumak çok güzel...
Kedi ayaklarının üzerine düşer.
Fizyolojik sebebini ilim bir türlü söyleyemez.
Bunu bilirsen niçin düşmediğini o zaman fizik olarak da anlarsın. Söyleyemem dedim ya.
Huzurun kaçar, keşke söylemeye idim diye sızlanırsın.
Yalnız size birşey söyleyeyim:
Kediye eziyet etmeyiniz!
Kedi öldürenin sonu hüsrandır.
Evlâtlarına bile intikal eder.
Kedilere iyilik eden onları besleyen insanlara gıpta ederim.
Kedi edeb ve sabır timsalidir.
Kediye HAKK’ın bir mahlûku olarak bakarsanız, onun nankör olmadığını anlar, çok şeyler öğrenirsiniz.
Kedi abdest edeceği zaman toprağı gelip koklar.
Sağ ayağı ile toprağı eşer. Koklar.
Aksi istikamete dönerek abdest eder.
Tekrar koklar.
Sol ayagı ile toprağı örter.
Sıçrar bir iki adım sonra durur titrer arkasına bakar ve gider.
Son fenni müşahedelere göre;
“Können Katzen mitden augen hören”
Kedide radar teşkilâtı vardır.
Göz sinirlerinde işitme lifleri de mevcuttur.
Geniş bir sahadaki sesleri işittiği gibi aynı zamanda da görür.
Göz bebekleri bu işitme olayını ayarlar.
Hem kulaklarıyla da, hem gözüyle de ses alır.
Ve her ikisi ile de görür.
Kavga eden kediler, başka tarafa baktıkları hâlde yekdiğerini arkaları dönük olduğu hâlde görürler.
Ziyâ ve ses Computerleri ile yani elekronik dalgaları alır ve tesbit ederler..
Diğer hayvanların kulak sinirlerinde görme sinirleri yoktur.
Göz sinirlerinde işitme sinirleri bulunmuştur.
Bu bakımdan kedi müstesna bir hayvan olarak halk edilmiştir.
Bunda sebebi hikmet nedir?
Ashâb-ı suffa : Suffa ehli. Bunlar, Hz. Peygamberin (A.S.M.) mescidine bitişik üstü örtülü, etrafı açık bir yerde otururlardı ve orada yaşarlardı. Bu zatların yaşayışları ve hâlleri din hizmeti, hayatı bakımından büyük değer taşımaktadır. Bütün hayatları Peygamberimiz'in (A.S.M.) yanında bulunarak Kur'ânın en yüksek derslerini alır, öğrenirler ve öğretirlerdi. İslâmiyeti öğrenmek, öğretmek ve yaymak için her türlü şahsi menfaatlerini terkederek tam bir İslâm fedaisi olarak yaşarlardı. Bunlar evlenmezler ve dünya işleriyle uğraşmazlardı. Ashab-ı Suffa'nın bu hizmetleri sebebiyle ve bu çok büyük fedakârlıkları vesilesiyle İslâmiyet az zamanda çok yayılmış ve kökleşmiştir.
Nankör : f. Gördüğü iyiliği unutan, nimeti inkâr eden. Nimetin şükrünü eda etmeyen, gafil.
Abdest edeceği : Dışkı çıkaracağı zaman.
Hüsran : Ümit edilenin elde edilememesinden duyulan elem. Mahrumiyet acısı. * Zarar, ziyan, kİnsanlar yek diğerine :
“Hakkını helâl et!” derler.
Bu ne demektir?
Ne hakkıdır?
Burada helâl olsun veya haram olsun demek ne demektir?
Kul hakkı: “Kul hakkı ile gelmeyin!”
Hayvan hakkı: “Hayvan hakkını veriné”
Komşu hakkı: “Unutmayın!”.
Bunlar âyetdir.
Analar hakkı : Âyetlerdeki haklar müfret olarak bildirilmiştir.
Her şahsa ayn ayrıdır demektir..
Analar hakkı “Bütün analar demektir”.
“Eşiniz sizin ziynetinizdir.”
Erkeğe hitaptır.
“Eşinizi memnun ediniz.”
Kadına hitapdır.
“Cennet anaların ayağı altındadır.”
Tefrik yok.
Bütün analar ...
Kadına eziyetin sonu hüsrandır.
İffetli kadın cennetdedir...
“Evlâtlarınızı hoş tutun!”
Erkeklere hitapdır.
Onlara beyhude yere beddua müsüllü söz söylemeyin.
Bedduanız size çevrilir.
Zira beddua etmek ALLAH indinde men’ edilmiştir.
Bu da Es SABÛR ismine isyan sayılır.
Hakkın, helâl veya haram olduğu insanın değil, ALLAH’ın takdirine mahsusdur.
Küfre girmeyin!
Helâl: ALLAH’ın nigmetidir her hususda.
Haram: ALLAH’ın sevmediği ve men’ ettiği her hususdur.
Birşey için birine “helâl olsun!” demek büyük meseledir.
ALLAH namına söylediğini unutma, hatırından çıkarma!..
Haram olsun demek o bambaşkadır.
Bu hususda çok dikkatli ol!..
Bu lâfları düşünmeden bol bol söylemek doğru değildir.
ALLAH namına konuştuğunun farkında mısın?
Birçok büyük ve hürmete lâyık bilinen insanların bu yüzden hapishânelerde işkencelere hatta öldürülmelerine sebep olduğunu bilmek, anlamak herkesin kârı değildir.
Sabır en büyük İlâhî haslettir.
Uhud harbinde:
Hz Hamza’nın ciğerleri çıkarıldı.
Gözleri oyuldu.
Dili kesildi.
Paramparça edildi.
Resûl-ü Ekrem bu manzara karşısında ağladı ve “müsile” yapmak istedi.
Fakat o hengâmede yaradılış, insanlık ve Rahmet dini islâmda böyle bir şeye müsade edilmeyecekti.
Bu yasağa dair İlâhî beyan, en tesirli olacağı bir anda gönderiliverdi.
Kur’ânın gelişinde izlenen İlâhî tavır zâten bu idi.
Her emir ve yasak kendini bir hatıraya bağlayan bir hadise üzerine gelirdi.
“Adaleti icra için bir ceza ile mukabele edecek olursanız, bunu size reva görülen ceza ve azap miktarınca yapın fazlasını değil”... “Yapın, yapınız değil” müfret olarak emirdir ve Resûlün şahıslarına emirdir.
“Fakat sabreder o kadarını terk ederseniz, yemin olsun ki sabredenler için daha iyidir”.
Nahil suresi 126, âyet.
Bu, ALLAH’ın kanunu değişmez.
O kanuna tecavüz edersen kanun cezasını verir.
Zü’l- İNTİKAM budur.
ALLAH intikam alıcı değildir.
RAHMÂN ve RAHÎMdir.
Kanuna dokunulduğu için o kanun cezayı alır.
Dua Sünnetullah dışında ve insanın tasarruf hududu dahilinde olanlarda yapılır.
“Hak” meselesi de bunun içindedir.
Sünnetullahda câri kanunlar değişmez.
Onları değiştirmeye ma’tuf dua, onların değişmez olduğundan şüphe etmektir.
Değişmez, zira içinde aksak bir şey yoktur.
“Ya Habibim bak. Hiç bir yerinde kusur bulamazsın” Âyet.
Fakat bu kanunların altında perdelenmiş, insanın tasarrufuna girebilecek şeyler de, hadiseler de çoktur.
Normalin üstünde kuraklık, sıcaklık ve birçok şeyler de bu perdelenen hadiselerin içindedir.
Kuraklık, şüphe ve itimazsızlığın. HAKK’a bağlılığın rencide olduğu zamanlarda zuhur eder.
Medine’de yağmur yağmamış. Resûl-ü Ekrem’e sahabeler rica etmiş, Resûl-ü Ekrem’de göğe değil de yere bakarak, ellerini semâya kaldırmaya duayı isteyenler namına hicab ederek kaldırmamış...
“Yâ İlahi!” Burada “Yâ RABB!” dememiştir.
Bu çok mühimdir.
“Bu halk Senin El REZZÂK olduğunu, her şeyi hakkı ile takdir ettiğini unuttular, şüpheye düştüler.
Onların inançları ve tövbeye girmelerini, bu düşünceleri sarsılmışlara yardım et!” demişler.
Yağmur yağmaya başlamış.
Bu hadiseyi dua nevi derece ve kuvvetinle tahlil etmeye çalış.
Olgun kimseler vardır. Onların himmetlerine sığın. Kibirli olma.
El MÜTEKEBBİR ALLAH’a mahsustur.
O’nu “RABB” hududu içinde düşünme.
Kayarsın, içine düşersin.
Bundan da haberin olmaz.
Bu, yalnız sana olmaz.
Diğer birçok ma’sum ve iyi boynu bükük kullara da tesir eder.
Zâlim kadrosuna yanaşmış olursun.
Bunu Cenab-ı ALLAH:
“Lâ ilâhe illa ente sübhaneke inni künti minezzâlimin” ile bildirmiştir.
Yavan insanlardan olma!..
Dabbetü’l arz konusuna girmeden önce Yecüc ve Mecüc hakkında kısa bir bilgi daha eklemek, akıllarınıza gelen bazı sorulara cevap olacaktır. Yecüc ve Mecüc hakkındaki bir önceki yazımdaki bilgiler sizlere belkide garip gelmiştir. Biz bin yıldan fazla bir süre içerisinde Yecüc ve Mecüclerin Demir yığınları ile oluşturulmuş ve üzerine Bakır eriyiği dökülmüş bir Dağın içinden çıkıp gelecekleri hikayeleri ile bilgilendik. Dünyada Demir yığını suni bir Dağ olsaydı, yeryüzünü didik didik arayan Bilim Adamları bu dağı çoktan bulmuş olurlardı yada Uzaydan yeryüzünü tarayan uydular tarafından şimdiye kadar tesbit edilirdi.
Bu konu ile ilgili Ayetlere tam manası ile meal verilebilseydi Yecüc ve Mecüclerin Uzayın derinliklerine gönderildikleri ve gelecekleri yolun kapatıldığını, o yolun Allah tarafından açılacağını ve aynı yoldan gelecekleri önceden anlaşılabilirdi. Ancak, Allahu Teala Ayette “vakti gelince” buyuruyor.


Yecüc ve Mecüclerin Uzaydan gelecekleri Ayette nasıl anlatılıyor?
“Nihayet Ye'cûc ve Me'cûc (sedleri) açıldığı ve onlar her tepeden akın ettiği zaman;”  Enbiya-96 (TDV Meali)
Yukarıda TDV mealinin konuyla ilgili açıklaması var. Enbiya suresinin 96. Ayetini yeniden yorumlarsak anlamı şöyle olur.
“Hatta iza fütihat ye'cucü ve me'cucü ve hüm min külli hadebiy yensilun” Enbiya-96
Enbiya suresinin 96. Ayetinde geçen “hadeb” kelimesi arapcada kambur anlamına gelir. Bizim UFO adıyla bildiğimiz gök cisimleri de dikkat ederseniz “kamburu olan tabak” gibidir. Allahu Teala bu Ayette “Dağın tepesi” yada “dağın içinden” kelamlarını söyleyebilirdi. Ama öyle demiyor “hüm min külli hadebiy” buyuruyor. Yani “onların hepsi kambur (UFO) HADEB cinsinden” diyor Hadeb bu Ayette uçan cisimlere temsili olarak verilen isimdir, benzetmedir ve kapatılan gök kapısını “fütihat” fethedeceklerini açacaklarını beyan ediyor. şimdi bu manaya göre Enbiya 96. Ayetin manası şudur.
“Ve dahi (gök kapıları) fethedilip açıldığı zaman yecüc ve mecüc tüm (topyekün) kamburlar (binek araçları) ile hızla saldırırlar” Enbiya-96
Ayettede anlaşıldığı gibi Yecüc ve Mecüc vakti geldiği zaman daha önce Zülkarneyn (as) tarafından kapatılan ve kendilerinin izlediği Gök kapısını açarak (fethederek) kambur şeklindeki uçan cisimlerle aniden ve topyekün (külli) saldıracaklardır.

yukarıdaki resimde kamburu olan uçan cisimler görülüyor.
Şimdi Dabbetü’l arz konusuna gelelim.
Dabbe, arapcada “canlı varlık” anlamındadır. “Dabbetü’l arz” yerin derinliklerinden çıkacak hayvan anlamındadır. Hadislerde Dabbetü’l arz misallerle anlatılmıştır. O zamanın İnsanlarına bu günün Gen teknolojisi ancak misallerle anlatılabilirdi.
Resulullah Efendimiz şöyle buyuruyor;
“Çıkacak olan Dabbe, Salih Peygamberin sütten kesilmiş yavrusudur. Ana deve öldürülünce yavrusu kaçtı ve önünde büyük bir taş açılıp yavru deve taşın içine girdikten sonra taş devenin zerine kapandı. İşte o yavru (dabbe) Allah’ın izniyle çıkma zamanına kadar orada (taşın içinde) gizlidir.”
Salih Peygamber binlerce yıl önce yaşamıştır. O günden zamanımıza kadar bir hayvanın taş içinde ancak Fosili kalır. Fosillerde binlerce yıldan beri yerin altında taşlaşmıştır. Zaten Resulullah Efendimizde bunu anlatmıştır. Salih Peygamberin Devesi ise olaya misaldir yani bu hadisde bir Hayvanın Geni misal veriliyor.
Amr bin as şöyle diyor;
“Dabbetül ard Mekkede bir ağaç içinde çıkar başı bulutlara ulaşır”
Bu sözde misali anlatımdır Mekkede o kadar iri cüsseli bir hayvanın içinden çıkabileceği yada içine sığabileceği büyüklükte bir ağaç yoktur. Arapcada “secere” ağaç anlamındadır. Ayrıca “secere” soy anlamınada gelir burada “secere” hayvanın Hücreleri içindeki Gen lerini temsil ediyor. Dabbenin küçücük bir yerden çıkacağına işaret eden hadisi şerifde var.
Resulullah Efendimiz şöyle buyuruyor;
Büreyde (ra) şöyle dedi;
Resul-i Ekrem Efendimiz beni Mekke yakınındaki sahrada bir yere götürdü. Orası kumluk bir arazi idi. Mütakiben Resulullah şöyle dedi; “dabbetül arz bu mevziden çıkacak” buyurdu. Birde baktım ki, orası baş parmakla şehadet parmağı arası bir yerdir.
Hadisde anlaşılan; Resulullah Efendimizin Büreydeye (ra) anlattığı, Dabbenin çok küçük bir mecrada çıkacak olmasıdır. Buraya kadar özetlersek Dabbe eski çağlarda yaşamış bir hayvanın seceresinden yani soyundan zamanımızın GEN tekniği ile üretilecek olmasıdır. Nitekim günümüzde bu tür çalışmalar vardır. Bu konuda kısa bir alıntı şöyle diyor.

(North Carolina üniversitesinde  araştırmacı olan biyolog Mary Higby Schweitzer bir Dinazorun kaval kemiği içersinde genetik materyal içeren yumuşak doku buldu. Tyrannosauruz rexe ait bir kaval kemiğinden.
Kemiği bulduktan sonra bu yumuşak dokunun farkına varan Schweitzer, yumuşak dokuyu, kemiksi dokuyu çok zayıf bir asit içersinde çözerek elde etti. Bu yumuşak doku 68 milyon yaşında hala yumuşaklığını koruyan hücreler ve kan damarlarına benzeyen yapılardan oluşuyor. Dinazorun kemiğinden elde edilen dokuları, Dinazorun en yakın akrabası olan canlıların kemik dokuları ile karşılaştırdıklarında ise bu yapıların arasıda büyük benzerlikler olduğunu kabul ettiler.)
Bu hücrelerin organik materyal içerdiğini belirten araştırmacılar, eğer DNA ve protein gibi molekülleri izole edebilirlerse Dinazorların hücre fizyolojisi ve biyokimyası hakkında bilgi edinebileceklerini söylüyorlar.
Zaten arapcada “debb” kelimesi hafif yürüme, debelenme yani kısa ve hızlı haraketli canlı anlamınada gelir. Hücreleri Mikroskop altında görürseniz, Hücrenin içindeki debelenmeler tarifle aynıdır. Hücrelerin içinde bulunan GEN lerinde hali böyledir. Genler yapısı itibarı ile devamlı hareketlidir.
Dabbetü’l arz, günümüz Bilim Adamları tarafından tarihte yaşamış Dinozorların Genlerinden üretilecek bir hayvandır. Beklide bu hayvanın Genlerine değişik hayvanların GEN leride eklenecek ve ortaya çok garip bir hayvan çıkacaktır. Çağımızın bilimi buna müsaittir hatta Perulu bilim adamı Anthony Atala laboratuarında insan organları yetiştiriliyor kaslardan, kan damarlarına, mesanelere ve daha fazlası üzerinde çalışmalar yapıyor. Yakın bir zamanda medikal teknolojiside değişecek. İnsanlar medikallerde canlı yedek organ alabilecekler. Bu konuda basından izlediğimiz kadarı ile epey bir gelişme var. Aşağıdaki kısa bir alıntı bu sahadaki gelişmelerin ne kadar ilerlediğini gösteriyor.
(Geçtiğimiz haftalarda, medyayı en fazla ilgilendiren konulardan biri de, İngiltere'deki Bath Üniversitesi araştırmacılarından Profesör Jonathan Slack tarafından, genetik müdahaleyle yeniden programlanarak başı olmayan bir kurbağa embriyonunun geliştirilmesi oldu...
Bu olayın duyulmasının ardından medya üzerinden, aklın sınırlarını zorlayarak mümkün ihtimaller üzerine ateşli tartışmalar yürütüldü. Bazı bilim adamları tarafından getirilen, bu gelişmenin "bilimsel faşizme" yolaçacağı yönlü çekincelerin üzerinde fazla durulmayarak, tartışmalar esasta "yedek organ üretimi" ve "başsız insan" noktalarında odaklaştı.
İnsanlar nihayet kendi dokularından alınarak üretilerek depolanacak organlar sayesinde, olası hastalıklar, yaşlanma veya kazalar neticesinde ihtiyaç duyacakları organlara anında sahip olacaklar ve bu organlar bizzat kendi dokularından üretildiği için vücuda uyum gösterme diye bir sorun da kalmayacaktı! Hastalanan, arızalanan, bozulan, eskiyen, tipi beğenilmeyen organların sürekli değiştirilerek yenilenmesi sayesinde mükemmel bir görünüşe ve ölümsüzlüğe bile erişilecekti)

Ölümsüzlüğün İnsan eliyle bulunması konusunda Bilim Adamları yanılıyorlar. Bu konuda başarılı olmaları mümkün değildir. Bilim Adamları laboratuvarlarda İnsanların yedek organlarını üretebilir bu organların hafızaları boş olduğu için canlı İnsan bedenine uyum sağlayabilir İnsandan İnsana organ naklinde ise bir İnsandan nakil için alınan organ o İnsanın Genlerinin alınan organa verdiği emirlerle doludur. Diğer İnsanın Genlerinin emir sırası değişiktir bu sebeple bir İnsanın Organı başka İnsana uyum sağlayamıyor Genlerin ayrı vücutlarda gönderdiği sinyal emirleri çakışıyor ve nakledilen organ kısa zamanda iflas ediyor. Zaten İnsanın organları  kendi kendilerini yenileyecek kabiliyette yaratılmıştır hatta komple İnsan vücudu da üretebilirler ancak ona RUH vermezler çünkü Ruhu yalnız Allah verebilir. İnsanın Hayat kaynağı RUH tur. Ruh Allahın özelidir. İnsanda başka bir canlıda bulunmaz. Diğer canlılar Allahın HAY sıfatının tecellisi altında hayat bulurlar. Allah yerdeki ve gökteki diğer canlıları ve Bilimi İnsanın emrine vermiştir. Bu sebeple Bilim canlı Hayvan üretebilir.
Dabbenin geçtiği Neml suresinin 82. ayeti yanlış yorumlanmıştır.
“O söz başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) zaman, onlara yerden bir dâbbe (mahlûk) çıkarırız da, bu onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.”  Neml-82 (TDV Meali)
Yukarıdaki yorumda Dabbenin İnsanlarla konuştuğu sanılmıştır. Oysa orada konuşanlar Dabbeyi Üreten Müslüman olmayan Bilim Adamlarıdır. Bugün nasıl İslamı Bilimden uzak bir Din gibi göstermeye çalışıyorlarsa o zamanda o kibirle konuşacaklardır. “bakın bizler bilimde ne kadar ilerdeyiz sizin Dininiz ve Kitabınız sizleri geri bıraktı” şekinde konuşup Kuran Ayetlerini küçümseyecekledir. Neml-82. Ayetin verdiği haber budur. Oysa Kuran Dabbeyi üreteceklerini bindörtyüz yıl önce kendilerine ve dünyaya haber vererek Muhteşem bir mucizesini daha ortaya koymuştur. Burada Makam için birbirini yiyen Müslüman Bilim adamlarını esefle anmak gerekiyor. Ayetin doğru yorumu şöyledir.
Ve iza vekaal kavlü aleyhim ahracna lehüm dabbetem minel erdı tükellimühüm ennen nase kanu bi ayatina la yukınun Neml-82
“Ve onlar (İslam olamayan bilim adamları) vakti gelipde dabbeyi ortaya çıkarınca (kibirle) Konuşacaklar ayetlerimize yakınlık göstermeyeceklerdir.” Neml-82
Dabbe ve daha başka canlı varlık üretilmesi çalışmaları başlamış ve devam ediyor. Bazı ülkeler vahşi hayvanlar üreterek bunları geleceğin savaşlarında kullanmayı planlıyor.
Cafer İskenderoğlu
Bismillâhirrahmânirrahîm
83. (Resûlüm!) Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.
84. Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona (muhtaç olduğu) her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik.
85. O da bir yol tutup gitti.
86. Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Onun yanında (orada) bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz: Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin, dedik.
87. O, şöyle dedi: «Haksızlık edeni cezalandıracağız; sonra o, Rabbine gönderilecek; sonra Allah da ona korkunç bir azap uygulayacak.»
88. «İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için de en güzel bir karşılık vardır. Ve buyruğumuzdan, ona kolay olanını söyleyeceğiz.»


89. Sonra yine bir yol tuttu.
90. Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.
91. İşte böylece onunla ilgili her şeyden haberdardık.
92. Sonra yine bir yol tuttu.
93. Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.
94. Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Bu memlekette Ye'cûc ve Me'cûc bozgunculuk yapmaktadırlar. Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi?
95. Dedi ki: «Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da, sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım.»
96. «Bana, demir kütleleri getirin.» Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca): «Üfleyin (körükleyin)!» dedi. Artık onu kor haline sokunca: «Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim» dedi.
97. Bu sebeple onu ne aşmaya muktedir oldular ne de onu delebildiler.
98. Zülkarneyn: Bu, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin vâdi gelince, O, bunu yerle bir eder. Rabbimin vâdi haktır, dedi.
TDV Meali
Yukarıdaki Mealde manalar doğrudur. Kuranın tamamına yanlış meal verilmemiş ama büyük bir kısmında mealler yanlış verilmiş.Şimdi kehf suresinin derin manalarını içeren sırlarına bakalım
Kehf suresinin sırlarını yazmakla bitiremeyiz. Bu sure Ledün ilminin giriş kapısıdır. Bu surede geçmiş zamanların ve gelecek zamanların boyutları arasında yaşayan İnsanların ve diğer varlıkların kaderlerinin anlatıldığı levh-i mahfuzun örtülü sayfaları vardır. Kehf suresinin manevi gözleri bu olaylara bakar derinlerden gelen sesler, lafızlar bu surede duyulur. Daha önceki yazılarımızda Hz. Zülkarneyn den bahsetmiştik. Bu Muhteşem Zat, Zamanlar arasında ve Kainatta seyahat eden ve Allahu Tealanın kendisine bahşettiği “SEBEB” sırlarına derin vakfiyeti bulunan bir Peygamberdir. SEBEB, Zamanlar arası ve Kainatta Gezegenler arasında seyahat etme vasıtasıdır. SEBEB iki şekilde kullanılır. Birincisi; yedi bedenin ayrı ayrı Nur Bedenlere ayrılması ile olur. İkincisi; madenleri uzay gemilerine ve madenden ışığa çevirmekle olur. Hatta Sebeb le bütün Elementlerin yapılarına hükmedilir yapıları değiştirilir. Çünkü Sebebe sahip olan Allahu Tealanın Halifesidir. Hz. Zülkarneyn de öyle idi. Hala o haldedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ve yes'eluneke an zil karneyn kul seetlu aleyküm minhü zikra
Kehf-83

“ Sana Zülkarneynden sorarlar deki size ondan bir kıssa anlatacağım”
Kehf-83

İnna mekkenna lehu fil erdı ve ateynahü min külli şey'in sebeba
Kehf-84

“Muhakkakki biz onu Sebeble güçlendirdik. Yerde (ve Kainatta) ona her kuvveti verdik”
Kehf-84

Ayette de anlaşıldığı gibi Allahu Teala, Zulkarneyn As a yerde ve gökte görevlerini sürdürebilmesi için SEBEB vasıtasını vermiştir.

Fe etbea sebeba
Kehf-85

“sebebe tabi oldu”
Kehf-85

Bu ayette Zülkarneynin as. Sebebe tabi olmakla Sebebin gücüne sahip olduğu anlatılyor yani Hz. Zülkarneyn yerde ve gökte Allahın izniyle dilediğini yapabilir kuvvete sahip olmuştur.

Hatta iza belağa mağribeş şemsi vecedeha tağrubü fı aynin hamietiv ve vecede ındeha kavma kulna yazel karneyni imma en tüazzibe ve imma en tettehıze fıhim husna
Kehf-86

“Güneşin uzak olduğu ve ısısının tesir etmediği bir gezegene varınca orada volkanın akıntısında ısınan bir toplum buldu dedikki; Ey Zülkarneyn dilersen onları bu yerden Kurtarırsın dilersen orada bırakırsın”
Kehf-86

Hz. Zülkarney o toplumu o gezegenden alarak SEBEB e bindirip yaşanılabilir bir dünyaya götürmüştür. Gerekende buydu Peygamberler zayıflara düşkünlere merhametlidir.

Kale emma men zaleme fe sevfe nüazzibühu sümme yüraddü ila rabbihı fe yüazzibühu azaben nükra
Kehf-87

“(Zülkarneyn) dediki; zulmedenlere azap edeceğiz. Sonra onlar Rabbine döndürülür. Nakurun azabına uğrar”
Kehf-87

Bu Ayette Hz. Zülkarneyn Kurtardığı topluma hitaben bu sözleri söylüyor. Görev yaptığı dönemlerde Galaksimiz içerisindeki bir kısım Güneş sistemleri, zamanımızda olduğu gibi, galaksimizin merkezinde bulunan Karadeliğe (NAKUR) yakın bir yörüngede idiler. Buna bizim Dünyamızda dahildi. Kurtardığı topluma; “sizler iyilerden olmasaydınız sizi burada bırakmakla azap ederdik ve Nakurunda azabına uğrardınız diyor.
Hz. Zülkarneyn iyi Toplumlara iyilikle muamele  etmiştir. Kötü toplumlarada kötülükle karşılık vermiştir.

Ve emma men amene ve amile salihan fe lehu cezaenil husna ve senekulü lehu min emrina yüsra
Kehf-88

“Lakin kim salih amel işleyip Allaha yönelirse onlara mükafat olarak kolay anlaşılan güzel söz söyleyeceğiz”
Kef-88

Bu Ayete Allaha yönelenlerin o ilimleri kolaylıkla alabileceğine işaret var.

Sümme etbea sebeba
Kehf-89

“sonra yine Sebebe tabi oldu”
Kehf-89

Hatta iza belağa matliaş şemsi vecedeha tatlüu ala kavmil lem nec'al lehüm min duniha sitra
Kehf-90

“Güneşin aniden doğduğu yere varınca orada bir toplum buldu. Biz onlara Güneşin tesirinden korunacak bir gölgelik vermemiştik.”
Kehf-90

Ayete göre Zülkarneyn as öyle bir gezegene gidiyorki orada ne gölgesine sığınılacak bir dağ nede ağaçlar var. Oranın halkı direk güneş ışınlarına maruz kalıyorlar. İşte bu İnsanların vücut yapılarıda o iklime göre gelişmiştir. Haliyle büyük ve beyazı olmayan siyah gözlere sahipler ve güneşin ışınlarını yansıtacak kılsız vücutları vardı işte bu yer Yecüclerin yaşadığı gezegendi onların bir kısmı daha iyi yaşanılacak bir Dünya arayışında idiler bu sebeple o dönemde bizim dünyamızı istilaya başlamışlardı.  Mayalar döneminde Amerika kıtasını istila halinde idiler. Zülkarneyn as Yecüclerin nasıl bir yerde yaşadıklarını görmek için gitmişti.
 
Kezalik ve kad ehatna bima ledeyhi hubra
Kehf-91

“böylece biz onun yanındakilerden haberimiz vardı”
Kehf-91

Sümme etbea sebeba
Kehf-92

“sonra yine Sebebe tabi oldu”
Kehf-92

Hatta iza belağa beynes seddeyni vecede min dunihima kavmel la yekadune yefkahune kavla
Kehf-93

“sonra iki sed (dünya) arasında dolaşınca hiç söz anlamayan (yecüc ve mecüc kavmini) dünyada buldu”
Kehf-93


Kalu ya zel karneyni inne ye'cuce ve me'cuce müfsidune fil erdı fe hel nec'alü leke harcen ala en tec'ale beynena ve beynehüm seda
Kehf-94

“Dedilerki; Ey Zülkarneyn Yecüc ve mecücler Dünyamızda fesat çıkarıyorlar onlarla bizim aramıza bir set çekmen için sana ücret verelim”
Kehf-94

Yecüc ve Mecüc inançsız toplumlardır. Bizim dünyamızı mayalar ve Sümerler döneminde bir defa daha istila etmeye çalışmışlardır. Fakat Zülkarneyn as engeliyle karşılaşmışlardır.

Kale ma mekkennı fıhi rabbı hayrun fe eıynunı bi kuvvetin ec'al beyneküm ve beynehüm redma
Kehf-95

“Zülkarneyn; Rabbimin bana verdiği sebep sizin verginizden daha hayırlıdır siz bana tüm gücünüzle yardım edin onların geldiği (gök kapısına) sed yapayım”
Kehf-95

Resulullah Efendimiz gelmeden önce gök kapıları herkese açıktı. Kainatın içinden Dünyamıza art niyetli inançsız İnsanlar ve Cinler serbestçe geliyorlardı. Hata Cinler zamanın Kahinlerine göklerden bilgi getiriyorlardı. Saffat suresinde Allahu Teala bu olayı açık bir şekilde haber veriyor.
“Ve (gökyüzünü) itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk.
Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar.
Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır.
Ancak (meleklerin konuşmalarından) bir söz kapan olursa, onu da delip geçen bir parlak ışık takip eder.”
Saffat-7-8-9-10 (TDV Meali)
Bu ayetlerin derin manalarını ileride açacağız İnşallah.
İşte o dönemde Zülkarneyn as sadece Yecüc ve Mecüclerin Dünyaya gelen yollarına sed çekmişti.
Atuni züberal hadıd hatta iza sava beynes sadafeyni kalenfühu hatta iza cealehu naran kale atunı üfriğ aleyhi kıdra
Kehf-96

“Büyük demir kütleleri getirin iki ucu aynı seviyede (pozitif ve negatif)  oluncaya ve manyetik rüzgar çıkıncaya ve demir kütlesi ateş halini alıncaya kadar dönderin. Onun ortasında (oluşan sinyali gök kapısına) boşaltayım”
Kehf-96

Bu Ayetin anlattığı şudur. Zülkarneyn as iki büyük demir kütlesini bir araya getirip bir milin üzerinde birbirine ters yönde döndürerek ki bu döndürme işlemini o yörenin halkı yapıyordu bir çeşit sağlam alaşımlardan yapılmış ateşe dayanıklı miller ve dişliler ili dev demir kütlesini ters yönde döndürüyordu bu cihazı Zülkarneyn as inşa etmişti.
Bu manyetik cihazdan çıkan ters sinyalleri gök kapısına yollayan Zülkarmeyn as o kapıya set çekmiş oldu. Böylece Yecüc ve Mecüc uzun müddet Dünyamıza gelemediler. Dünyada kalanlar ise öldürüldü. Öldürülen Yecüc ve Mecücler Mayaların yerleşim yerlerinde yerin yüzlerce metre altına gömüldü. Bugün Arkeolaoglar o derin mezarları keşfettiler binlerce kemik parçasını hala inceliyorlar.
 
Femestau ey yazheruhü ve mestetau lehu nakba
Kehf-97

“ O Seddi aşamadılar delemediler”
Kehf-97

Kale haza rahmetüm mir rabbı fe iza cae va'dü rabbı cealehu dekka' ve kane va'dü rabbı hakka
Kehf-98

“Deki Rabimin vaadi haktır vakti gelince Rabbim ( o Seddi)  deler”
Kehf-98

Ve vakit geldi o sed delindi.
Yecücler yaklaşık yetmiş sene önce Dünyayı ele geçirmeye çalışan gizli dünya devletinin yetkilileri ile temas kurdular. Amaçları onları kullanıp Dünyamızı istila etmektir. Yecücler boyları kısa olanlardır aynı kavmin birde uzun boyluları var onlarda Mecüclerdir.
Mayaların ve Sümerlerin tabletlerni ve bıraktıkları eserleri inceleyenler onların arasında Yecüc ve Mecüclerin katledilmeden önce bıraktığı mesajları buldular. Önemli bilgileri aldıktan sonra bu belgeleri yaktılar bu belegeleri yakan bir Papazdır.
Meksikonun ilk başpiskoposu Don Juan de Zumarrage dev bir otodafede eline geçebilen bütün yazmaları yakmıştır.
Daha sonra bu bilgiler Hitlerin eline kasıtlı olarak verildi uzaydaki Yecüclerle temas Kuran Hitler bu sayede ufo teknolojinse sahip oldu amaç Yecüclerin yardımı ile Dünyaya hakim olmaktı. Hitler Afrika kıtasını Yecüclere tahsis etti bu sebeple Afrikadaki savaşlarda milyonlarca İnsan katledildi. Ve Afrika fakirleştirildi ekonomik ve teknik gelişimi engellendi. Şuan aynı oyunu Amerikayı yöneten gizli güçler oynuyor. Yecüclere ve Mecüclere, teknoloji karşılığında Dünyaya yerleşmeleri için büyük imkanlar sağladılar.
İşte maya takvimin bu sene bitmesinin sebebi; Yecüc ve Mecüclerin 2012 de dönecekleri mesajı önceden verilmişti. Bu sene dönerlermi bilemem ama dikkat ederseniz 60 yıl önce tek tük görünen Yecüc milleti artık filolarla geliyorlar. Armegeddon savaşında dünya İnsanlarının en büyük düşmanı Deccalin gizli ordusu bu Yecüclerdir. Onlara ait bilgiler büyük bir titizlikle gizleniyor.
Bu düşmana karşılık Evrenin derinliklerinden inançlı bir kavim daha geliyor. Onlarda Huzuru Peygamberden aldıkları emirle yola çıktılar.
Allah yardımcımız olsun
Cafer İskenderoğlu